MEHMET KORKUTATA -KONUK YAZAR


ÎSÂR

ÎSÂR


                       

Îsâr kelimesi tefsirlerde, “âhiret saadetini elde etme arzusuyla başkasının iyiliğini ve mutluluğunu kendi ne ve kendi zevklerine tercih etmek, başkasının ihtiyacını kendi ihtiyaçlarından daha önde tutmak” şeklinde açıklanıp bir cömertlik derecesi olarak gösterilmektedir. 

İhtiyaç sahibi insanlara yönelik infakın en zirve noktası olan îsâr ya da Türkçe de kullandığımız şekliyle diğergâmlık, her durumda kendinden önce din kardeşinin huzur ve iyiliğini düşünebilmektir. Benlikten vaz geçip, ‘‘önce ben” yerine “önce o” diyebilmektir. Müminleri bu güzel ahlâka yönlendiren en önemli etkenlerden birisi de Peygamber Efendimizin (S.A.V) yolunda giderek onun güzel ahlakını örnek almaktır. 
Başkasının sevinci ile huzur bulmak şeklinde de tarif edilen îsâr, cömertliğin zirve noktasıdır. Dinimiz de ihtiyaç sahibi insanlara yardımda bulunmayı bizlere tavsiye etmektedir. Bu sayede insanlar arasında sevgi, saygı ve kardeşlik duyguları gelişir. Yaşanılan toplum, huzur ve refah seviyesi yüksek bir toplum haline gelir. 

Çünkü îsâr; nefsin bütün itirazlarını susturup, ihtiraslarına engel olarak kazanılan bir mücadeledir. Allah (C.C) kullarında görmeyi murat ettiği bu güzel özellik hakkında, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: ‘‘Onlar, kendileri muhtaç oldukları halde yiyeceğini yoksula, yetime ve esire yedirirler." (Ve şöyle derler:) ‘'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz çetin ve belalı bir günden dolayı Rabbimizden korkarız. Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık, içlerine bir sevinç verir.”

Her iyiliğin karşılığı,onun güzelliği derecesindedir. Bu açıdan îsârın ecri de diğer infaklardan çok daha büyüktür. Onun içindir ki, dinimizde, bu ahlakın manevî kazancı eşsiz bir ganîmet olarak kabul edilmiştir. Îsâr, sadece para ve mala ait bir fedakârlık değildir. Rabbimiz, kullarında görmeyi arzu ettiği bu yüksek ahlâka dâir şöyle buyurmaktadır: 

“Onlar, kendi canları çektiği, kendileri de muhtaç oldukları hâlde, yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler: «Biz sizi sadece Allah rızâsı için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizʼden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız» (derler). İşte bu yüzden Allah, onları o günün fenâlığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.”  

Ayet-i kerime’de Cenab-ı Hak (C.C) şöyle buyuruyor! “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”  

Öncelikle İslâm, mü’minleri kendi aralarında “kardeş” kılmış ve onları âdeta birbirine zimmetlemiştir. 

Bu sebeple günümüz dünyasında bir lokma ekmeğe muhtaç hâlde zalimlerin zulmüne maruz kalmış  ölümü bekleyen  din kardeşlerimizi, günlerce bir şey yemediği için yeni doğmuş yavrusunu emziremeden vefât eden Afrikalı çilekeş anneleri, gayr-i müslimlerin katliamına mâruz kalan Orta Afrika Müslümanlarını ve daha nicelerini gördükçe, îmânın en büyük meyvesi olan merhamet, şefkat, diğergâmlık ve bunların en tabiî neticesi olan infak ve cömertlik hasletlerinin bugün her zamankinden çok daha fazla ehemmiyet arz ettiğini söyleyebiliriz. Hattâ bugün, cömertliğin de zirvesi demek olan “îsâr” ahlâkına şiddetle ihtiyaç olduğu bir dönemdeyiz.
Allah'ın rahmeti ve mağfireti hakka tabi olanların üzerine olsun inşallah.
Sevgi ve muhabbetlerimle...
Mehmet KORKUTATA