Dünyadaki insanların aralarında olan münasebetlere ibret gözüyle baktığımız zaman anlıyoruz ki Allah-u Zülcelâl'i çok sevmemiz lazımdır. Bir insan bir insana ikramda bulunduğu zaman, bir çay verdiği zaman o kimse, o ikramı unutmuyor. Onun karşılığını verme kuvvetinde ise karşılığını veriyor, veremezse de yine iyiliği ile onu razı etmeye çalışıyor. Bunu hepimiz görüyoruz.
İnsanların aralarındaki bu durumu gördüğümüz zaman düşünmemiz lazım, Allah ne iyilikler verdi bize, üzerimizde ne nimetler vardır. Allah-u Zülcelâl bizi halk etmiş, yaratmış. Hiç yoktan bizi yaratıp dünyaya getirmiş. O zamandan beri şimdiye kadar rızkımızı vermiş ve ölünceye kadar rızkımızı, her şeyimizi o veriyor. Nefeslerimizi bize sayıyla vermiştir, Allah-u Zülcelâl.
Bu hastalığa yani korona hastalığına yakalananların bazısında şiddetli nefes darlığı oluyor. Rahatça nefes alıp vermenin en büyük nimet olduğunu en çok onlar biliyor.
Bu hastalığa yakalanmış olan birisi anlattı, “Eğer intihar etmenin çok büyük bir azaba sebep olan bir günah olduğunu bilmeseydim kendimi pencereden aşağıya atıp intihar edecektim. Nefes alıp vermekte o kadar zorlanıyordum ki canıma kıyacak, intihar edecektim.”
İşte bu nefesleri rahatça alıp vermek de Allah'ın nimetlerinden biridir. Allah'ın nimetleri sayılmaz. Ayet-i kerimede buyuruyor Allah-u Zülcelâl;
“Eğer Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz sayamazsınız.”(Nahl, 18) buyuruyor. Üzerimizde o kadar çok Allah'ın nimetleri vardır. Buna karşılık demek ki çok muhabbet, çok sevgi lazımdır.
Seven Sevdiğinden Korkar
Bir insan bir insanı sevdiği zaman o derecede ondan korkar. Çok seviyor onu ama ondan korkuyor da. Niye? Çünkü çok sevdiği için onu rahatsız etmek istemiyor. Yanlış bir şey yaparsa rahatsız olur, o sevdiği. O sebeple ona karşı çok hassas davranır, kendine çeki düzen verir, hareketlerine çok dikkat eder. En ufak bir hata yapmaktan bile korkar.
Biz de eğer Allah'ı seviyor isek bu derecede Allah'tan korkmalıyız. Onun için Peygamber aleyhisselam defalarca ashab-ı kiramına demiş:
“Ben hepinizden daha fazla Allah'tan korkuyorum.”(Buhârî, Nikah, 1)
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam herkesten fazla seviyordu, herkesten fazla da korkuyordu. Hadis kitaplarında geçiyor; bir fırtına, şiddetli bir rüzgâr geldiği zaman Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem evinin içinde böyle Allah'ın korkusundan gidip geliyordu.
Hz. Âişe annemizin anlattığına göre Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem, rüzgâr estiğinde ve gökyüzünde siyah bir bulut gördüğü zaman korkusundan yüzünün rengi değişir, bazen o buluta karşı durur bakar, bazen geri döner, eve girer çıkardı. Yağmur yağdığında ise rahatlardı. Bunlar bir endişe alâmeti idi. Aişe annemiz bunun sebebini öğrenmek isteyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Ne bileyim, belki bu kara bulut Âd kavmine geldiği gibi bir azâb olur. Onlar gördükleri siyah bulutu yağmur yağdıracak bir bulut zannetmişlerdi; ama o elîm bir azâb getirdi.” (Buhârî, Tefsîr, 46/2; Müslim, İstiskâ, 14-16)
İşte Peygamber sallallahu aleyhi vesellem o kadar Allah'tan korkardı ve o derece de Allah-u Zülcelâl'i seviyordu. Bizim de elimizden geldiği kadar Peygamberimiz aleyhisselatu vesselama mutabaat etmemiz uyumamız lazımdır.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“(Ey Resulüm) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok Ğafurdur, Rahimdir. (Çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.)”(Al-i İmran; 31)
Yani Allah-u Zülcelâl “Eğer Beni seviyorsanız Resulüme uyun ki sizi seveyim, günahlarınızı affedeyim,” buyuruyor.
Evet Peygamber sallallahu aleyhi veselleme kadar mutabaatımız varsa o derecede Allah-u Zülcelâl bizi seviyor. Elimizden geldiği kadar Allah'ı sevince de korkmak lazım. Ama günahtan dolayı değil. Çok seveceğiz o sevmekle de Allah'tan korkacağız.
Peygamber aleyhisselatu vesselama Müminun suresinden ayetler nazil olmuştu:
“Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.”(Müminun, 57)
Hz. Ȃişe annemiz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sordu:
“Ey Allah'ın Resulü! Bu ayet hırsızlık yapan, zina eden, içki içen ama buna rağmen Allah'tan korkan kişiler hakkında mıdır?" Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Hayır ey Ebu Bekr'in kızı, Sıddik'in kızı! Burada bahsi geçen kişiler namaz kılan, oruç tutan, zekat veren ama (bunların kendilerinden kabul edilmeyeceği korkusunu taşıyan ve) Allah'tan korkan kişilerdir'' karşılığını verdi. (Tirmîzî; 5, 327)
Onlar iman edip amel-i salih yaptığı halde Allah'tan korkuyorlardı. Hem ameli salih yapıyorsun hem de Allah'tan korkuyorsun ki hiç hata, kusur yapmamak için.
Onun için Ebubekir Sıddık radıyallahu anh diyor:
“Bir kişinin bir ayağı cennette olsa, bir ayağı da dışarıda olsa Allah'ın mekrinden (imtihanından) emin olmaması lazımdır.”
Gene Allah'tan korkması lazım. Yani cennetin kapısına gittin, bir ayağını cennete koydun, öbür ayağını da atacaksın, cennete gireceksin. Ama daha senin öbür ayağın dışarıda olduğu için kork Allah'tan. İnsan ne kadar Allah'tan korkarsa o kadar kendini günahlardan muhafaza eder.
İnsan dünyanın manzarasına böyle baktığı zaman, ahiretten gafil kalıyor, Allah'ın azametinden gafil kalıyor ve neticede günahların içine giriyor. Sanki ne ahiret var, ne Allah'ın hesabı var, böyle kendisini çok perişan yapmış oluyor. Yazık etmiş oluyor kendisine o kişi.
Mümin Kardeşlerimizi Affedelim
Elimizden geldiği kadar Allah azze ve cellenin bizi sevmesi için, bizi affetmesi için birbirimize karşı affedici olalım. Çünkü dünyada insanlar beraber olduğu zaman mutlaka birbirlerine karşı hata yapar.
Böyle olduğu için o hataları, mümin kardeşlerimizin hatalarını affedersek Allah-u Zülcelâl de bizim hatalarımızı affedecek, İnşallah.
Allah-u Zülcelâl diyecek:
“Ben Rabb'im! Ben böyle azamet sahibiyim. Sen benden daha mı cömertsin? Sen mümin kardeşini affediyorsun. Sana bir zarar verdiği halde, seni incittiği halde, razı olmadığın bir şeyi yaptığı halde onu affediyorsun. Ben de öyle seni affediyorum.”
Dünya böyle imtihandır elimizden geldiği kadar birbirimize karşı menfaatli olmamız, affedici olmamız lazımdır. Yani hülasa olarak, eğer biz istiyorsak Allah-u Zülcelâl bizi affetsin, mağfiret etsin, razı olsun ve sevsin, biz de mü'min kardeşlerimizi affetmemiz lazım.
Allah-u Zülcelâl neyi seviyorsa bizim de onu yapmamız lazım. Biz istiyoruz ki Allah azze ve celle sevgiyle, mağfiretle, güzellikle bize muamele etsin. O zaman biz de ona karşı bizden istediği şeyleri yapalım.
Allah'ın Kudreti Sonsuzdur
Allah azze ve celle neyi seviyorsa onu yapalım. Biz de kıyamet gününde ne seversek, neyi istiyorsak Allah-u Zülcelâl de bize öyle yapacak İnşallah.
Allah-u Zülcelâl “Siz benim için olun. İhlasla samimiyetle kulluk yapın. Ben de sizin için olacağım.” Diyor.
Biz Allah için olalım, Allah da bizim için olsun. Ama Allah bizim için olduğu zaman, bütün dünya, kâinat, ahiret, cennet, hepsi bizim demektir. Çünkü hepsi Allah'ın mülküdür. Hepsi Allah'ın elindedir.
Sen sadece onu razı et, istediğin şekilde Allah sana verecek. Yani ben ne kadar anlatsam, acayip bir şey olduğu için, “Nasıl böyle olur?” diyeceksiniz.
Allah azze ve celle buyuruyor:
“Bütün insanlar, bütün cinler, bütün melekler, bütün evliyalar, ne varsa yeryüzünde Âdem aleyhisselamdan kıyamet kopuncaya kadar hepsi bir araya gelsinler. Her birisi de istediği istesin. Hatta birisi dese ki: “Ya Rabbi ben yüz bin tane dünya istiyorum. Öbürü diyecek, “Ben bu kadar istiyorum…” Öbürü diyecek “Ben bu kadar…” Ne kadar isterse Allah azze ve celle ben onlara verirsem benim mülkümden ancak denize bir iğneyi batırdığın zaman iğne ile ne kadar su gelir, ne noksan olur? Hiçbir şey noksan olmaz değil mi? İşte o kadar benim mülkümden noksan olur.”
Ama her insan istediği kadar isteyecek. Bak ne kadar isterse Allah böyle verirse Allah'ın yanındaki mal mülk hazineleri böyle doludur.
Hadis-i şerifin tamamı şöyledir:
“Ey kullarım! Şüphesiz ben zulmü kendime haram kıldım. Ve onu sizin aranızda da haram kıldım; o halde birbirinize zulmetmeyin.
Ey kullarım! Benim hidayete erdirdiklerim dışında hepiniz dalalettesiniz (ne yapacağını bilmez durumdasınız); o halde benden hidayet isteyin ki sizi hidayete erdireyim.
Ey kullarım! Benim yedirdiklerimin dışında hepiniz açsınız; o halde benden size yedirmemi isteyin ki size yedireyim.
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız; o halde benden size giydirmemi isteyin ki size giydireyim.
Ey kullarım! Şüphesiz siz gece-gündüz hata/günah işliyorsunuz, ben ise hepinizi (dilediğim kimseleri) bağışlarım; o halde sizi bağışlamamı talep edin ki sizi bağışlayayım.
Ey kullarım! Şu bir gerçektir ki, siz asla bana ne zarar verebilirsiniz ne de yarar verebilirsiniz.
Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takva sahibi (Allah’ın emir ve yasaklarıma karşı en saygılı) bir adamın kalbi üzere olsalar, (bu tutumları) benim mülküme hiçbir şey katmaz/arttırmaz. Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz sizden en fasık bir adamın kalbi üzere olsalar, (bu tutumları) benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz aynı yerde durup (hepsi aynı anda) benden isteseler, herkese istediğini veririm ve bu benim katımdakini noksanlaştırmaz; ancak iğnenin denize daldırıldığı zaman denizden noksanlaştırdığı kadardır.
Ey kullarım! Bunlar ancak sizin amellerinizdir, ben onları yazıyorum, sonra size tam karşılığını vereceğim, kim bir hayır bulursa Allah’a hamdetsin, kim bundan başka bir şey bulursa, nefsinden başkasını kınamasın.” (Müslim, Bir, 55/ h. no: 2577)
Bakın böyle cömert bir Rabbe karşı nasıl muhabbetle itaat etmemiz lazım? Hatta ruhumuzu, canımızı feda etmemiz lazım.
Allah-u Zülcelâl’den Yardım İsteyelim
Evet hakikaten de hemen hemen her mümin bunu istiyordur. İstiyor ki Allah ondan razı olsun, istediği şeyleri Allah-u Zülcelâl ona versin. Hepimiz bunu istiyoruz. Hepimiz de istiyoruz ki amel-i salih de yapalım. Mümin olarak herkes istiyor ki Allah-u Zülcelâl’i razı etsin. Hepimizin bunu istemesi lazım. Bana öyle geliyor ki istiyorsunuz ama yapamıyoruz. Neden dolayı? Nefisten dolayı.
O zaman diyelim:
“Ya Rabbi benim kuvvetim bu kadardır. İnsan zayıf yaratılmıştır, buyurmuşsun. Bunu sen buyurdun Ya Rabbi. Ben zayıfım ya Rabbi. Sen beni kendine karşı ıslah et, ya Rabbi. Sen beni kendine karşı ıslah et daima. Sen ne yapmamdan razı olursan beni onu yapmaya muvaffak eyle. Sen neyi seviyorsan bana onu nasip et. Neyi sevmiyorsan da beni ondan uzak et.” Böyle dua edelim.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede:
“Dua edin, isteyin; icabet edeyim,” buyuruyor.
Dua edin ben kabul edeceğim. İsteğini ben sana vereceğim, diyor.
İsteyelim, Allah-u Zülcelâl, İnşallah bize verecek. Çünkü nefsimize kalırsa bir şey yapamıyoruz. Yaramazdır. Allah onu öyle yaratmış. Bu bir imtihandır.
Allah-u Zülcelâl kendi rızasını bir tarafa koymuş nefsin meyillerini de öte yana koymuş.
“Kulum nefsinin istediği gibi mi yapacak benim emrettiğim gibi mi yapacak?” diye imtihan ediyor.
Böyle imtihan ettiği için, bu dünyanın manzarası karşısında nefis de böyle yaramaz olduğu için istediğimiz şekilde Allah'ın emirlerini yapamıyoruz. O şekilde Allah'tan isteyelim. Allah-u Zülcelâl de bize verdiği zaman, sevdiği şeyleri bize nasip edecek, sevmediği şeylerden de bizi muhafaza edecek. Yani, hülasa olarak Allah-u Zülcelâl’in sevgisini, rızasını istiyorsak tevbe edelim.
Tevbe Allah'ın merhamet kapısıdır. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ayet-i kerimede:
“Allah Tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
O zaman bugün tevbe edelim, sonraki gün tevbe edelim, sonraki gün tevbe edelim. Allah-u Zülcelâl bir sefer bizim tevbemizi kabul ederse bizi sevmiş oluyor, O’na dost olmuş oluyoruz. Dost dostuna zarar vermez.
Senin bir dostun olduğu zaman ona iyilik yapıyorsun. Onun için daima Allah-u Zülcelâl de sevdiklerine daima menfaat verir, hayır verir. Günah yaparsa dahi gene sanki hayır olur. Günah yapınca istiyor ki tevbe etsin yalvarsın. Böyle de oluyor. Onu affetsin. Allah-u Zülcelâl tevbeyi sevmiştir.
Bir kul günah yaparsa hemen o günahtan tevbe ederse tövbe edenleri sevmiştir, buyuruyor. Onun için elimizden geldiği kadar daima Allah-u Zülcelâl’in en sevdiği şeyleri seçelim, daima onları yapalım. Allah-u Zülcelâl de diyecek; “Benim kulum Benim rızamı istiyor. Beni rahatsız etmek istemiyor, beni sevmek istiyor, o kadar elinden geliyor. Zayıftır, nefis ona galip geliyor. Böyle olduğu için ben de kuluma iyilik yapacağım, seveceğim, günahlardan muhafaza edeceğim. Tevbeyi nasip edeceğim.” İmanla dünyadan ayrılmayı Allah bize nasip edecek, inşallah.
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. Bizi kendi nefsimize teslim etmesin. O nefsimizi hayırlarda kullansın, inşallah.