Tarih: 10.04.2022 14:16

RAMAZANDA UZAK DURULMASI GEREKEN İKİ HASLET

Facebook Twitter Linked-in

 

       

                                        

İnsan, ulvi yaratılışının gereği varoluşunu anlama ve yaratanını bilme istidadına sahiptir. Mukaddes “emaneti yüklenen”  insan, varlık sahnesine adım attığı günden itibaren mevcudiyetini sürdürme endişesinin bir sonucu olarak, belirli dengeleri göz ardı edebilen “aceleci”  bir karakteri de içinde taşır. Zatında ve sıfatlarında her türlü ihtiyaçtan münezzeh (Ganî) olan Allah (c.c.) bitmez tükenmez nimetlerle donattığı bu dünyada insanoğlunun hayatını sürdürebilmesi için ona bazı duygular ve imkânlar vermiştir. Çalışma, zorluklara katlanma, iyilik için kararlı ve hırslı olma gibi bazı nitelikler aynı zamanda insanın zenginlik sevdası veya fakirlik endişesinin farklı.
ölçüsüzlüklerle sonuçlanmasına yol açmaktadır. Yeryüzüne halife kılınan  ve mükerrem bir şekilde yaratılan  insanı kendi debdebesine elverişli hâle getirmekte pek bir mahir olan dünya hayatı, aynı zamanda ona salih ameller/iyi işler yapabilmesi için olağanüstü imkânlar sunmaktadır. Malikü’l-mülk olan Rabbimizin engin lütufla donattığı bu dünyada kendisine bahşedilen nimetleri meşru ölçüler içerisinde kullanmak insanın sorumlulukları arasındadır. Bu anlamda İslam dini, insanın dünya hayatıyla ilişkisini ölçülü bir zemine oturtmak için israf ve cimriliğin karşısında itidal, kanaat, cömertlik gibi kavramları güçlendirmiştir. İnsanın çevresiyle birlikte sağlıklı ve dengeli bir hayat sürdürmesi, dünya nimetlerinin paylaşılması üzerine kuruludur. Modern dünyanın tüketimi ve bencilliği merkeze alan yönelimi ise birlikte yaşama ihtiyacı yerine, bireysel hazların öncelenmesini getirmektedir. Bu anlayış yeryüzünün küresel anlamda çevresel bir enkaza dönüşmesine yol açmaktadır. Kur’an’ın bizlere getirdiği evrensel anlayış ise yeryüzünün bir ölçü ve denge üzerinde
kurulduğu şeklindedir.

Günümüz dünyası, teknolojinin ve bilimin hızla ivme kazandığı fakat aynı zamanda insanların birbirinden kopuk, savurgan ve paylaşımdan uzak olarak atalete sürüklendiği bir yer hâline gelmiştir. Her ne kadar modern dünyada insanoğlu teknolojik açıdan birçok kazanım kesp etmiş olsa da dünya ahlaki erdemlerin dejenere olduğu bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu durum narsist kişilikleri ve birbirinden kopuk kimlikleri de beraberinde getirmiştir. Kur’an tam bu noktada devreye girerek bütün zamanlara yemin vurgusuyla hüsran içerisinde bulunan insanın  maddi ve manevi buhran karanlığından kurtaracak olan dengeli bir paylaşımcılık ruhuna vurgu yapmaktadır.
İslam’ın ortaya koymuş olduğu umdeler, insanın elde etmiş olduğu maddi kazanımları toplumsal katmanda bir değerlendirme yapmadan yalnız ferdi bir sahiplenme çizgisinde durmasını yasaklamıştır. Kur’an, kazanılan mallar hususunda insanın her dilediğini yapamayacağını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Binaenaleyh kazanılan malın, elde edilen imkânların ihtiyatlı ve itidalli kullanılmasını mecbur koşarken aynı zamanda salt bireyin mutluluğunun değil bilhassa toplumun

huzur ve refahının da hedeflendiğini belirtmiştir.

Allah’a kulluk etme şuuruna sahip mümin, kendisine bahşedilen rızkın bizzat yaratanın takdir ve iradesinde olduğunu kabul eder ki bu insanın “mükerrem” olma vasfıyla uyumludur. İnanan insan için nimet bir imtihan sebebi ve hesap gününde de kendisine sorulacak olması hasebiyle insanı fıtri melekelerine rücu ettiren birer vesiledir. İslam dini kazancın helalinden olmasını ve helal olan kazancın da Kur’an’ın çizdiği sınırlar içinde kullanılmasını emretmektedir. Zira Kur’an elde edilen nimetlerin dinin helal kıldığı meşru ölçüler içinde olmamasını ve dengeli şekilde kullanılmamasını “israf” kavramıyla nitelendirmiştir. İsraf, “aşırı gitmek, sınırı aşmak, malı-mülkü saçıp savurmak, lüzumsuz yere harcamak, kötü kullanarak eskitmek, ihtiyaçtan fazla harcamak gibi manaları ifade etmektedir.

İslam ahlakında israf, hayatın her alanında orta yol çizgisinden, itidalden sapmayı ifade eder.  İslam âlimlerinden İmam Gazali ise yaratılış gayesi dışında kullanılan her şeyi israf olarak telakki eder.  Aynı zamanda israf, insanın kendisine kötülük etmesi ve kişiliğini olumsuz yönde etkilemesi manasına da gelmektedir.  Kur’an’ın bu manada işaret ettiği Zümer suresindeki israf ayetini  Elmalılı Hamdi Yazır şöyle tefsir eder: “İsraf, mal sarfında meşhur ise de insanın yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmak ve kendi aleyhinde cinayet işlemesidir.”
Kur’an’da farklı anlamlarda kullanılmış ise de özü itibarıyla her alanda ölçü ve dengenin göz ardı edilmesinin israf olarak değerlendirildiği görülür. Zira Kur’an her daim insana orta yolu tutmasını  tavsiye eder. Her alanda en üst seviyelere yönelen aşırılıkların doğurabileceği zararlar dikkate alındığında israfı sadece elde var olan maddi imkânları tutumlu kullanmamak şeklinde yorumlamak, bizleri israfı bütün boyutlarıyla anlamaktan uzaklaştıracaktır.

Küreselleşen dünyamızda iletişim kanallarının yaygınlaşmasına karşın insanlığın giderek yalnızlaştığı ve narsist kimliklere büründüğü aşikârdır. Ölçüsüzce tüketen ve gereksinimleri bir kenara bırakarak hırsla birikim yapmaya çalışan bir insan inşa etmeye çalışan modern çağ, paylaşıma açık olmayan, kazandıklarını elinde tutmaya çalışan ve sadece kendisi için harcayan müsrif ve gönül yoksunu kişilikler meydana getirmiştir. Kur’an ise hayatını salt kendi çıkarlarına odaklı, savurgan ve bencil bir şekilde sürdürenlerin amellerinin boşa çıkacağını  beyan ederek insanın çevresiyle birlikte insan olduğunu bize hatırlatır.
Savurganlık ve cimrilik insanı cömertlik gibi güzel bir hasletten alıkoyar. Nitekim Hz. Peygamber cimrilikten her zaman Allah’a sığınmıştır.  Aynı zamanda Allah (c.c.) nefsinin cimriliğinden korunan kimseleri kurtuluşa erenler olarak belirtmiştir. Cimrilik ve bencillikten kaynaklı birçok problem hem fert bazında hem de toplum nezdinde telafisi olmayan yaralar açar. Cimriliğin doğurduğu hastalıklı yapı, toplumların çöküşüne etki eder.

Mal edinme hırsı ve malı kaybetme kaygısı cimriliğin psikolojik temelini meydana getirir. Allah’ın insanların emrine musahhar kıldığı nimetleri yaratılış gayesinin dışında kullanmak israf, fıtri gayeye uygun olarak harcamadan veya kullanmaktan kaçınmak da cimriliktir. Esasen her iki durum da insana yüklenen, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve mükerrem varlık olması sıfatıyla örtüşmeyen fıtrata aykırı yönelimler olduğundan beraberinde bireysel ve toplumsal huzursuzluğu getirmektedir. Fıtri gayeye uygun yapılan bir harcama ise cömertlik gibi Allah’ın sevgisine nail olmayı sağlayacak güzel bir hasleti insana kazandırır. Nitekim yüce kitabımız Kur’an “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” ayetiyle “mükerrem insanın” nasıl davranması gerektiğini ve dolayısıyla dengeli bir yaşamın da reçetesini insanoğluna sunmaktadır.
 

Cimrilik ve israf aşırılıktır ve bu sebeple haramdır. Bu ikisinin ortası yani denge hâli ise cömertliktir. Ahlak kitaplarında savurganlık ifrat, cimrilik ise tefrit olarak nitelenir. İfrat aklın ve dinin uygun gördüğü ölçüyü aşan veya uygun bulmadığı yollarda harcamayı; tefrit de gerekli yerlere gerektiği ölçüde harcamaktan kaçınmayı ifade eder. İsraf da cimrilikte erdemsizlikler arasında telakki edilir.Her şeyin bir ölçü ve dengede yaratıldığını  beyan eden Kur’an, “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”  ayetinde de insanı mali konularda tam bir denge anlayışına yöneltmektedir. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol  hitabına mazhar olan mümin aşırılıktan uzak durarak ve orta yolu tutarak hem kendi şahsi itidalini sağlayacak hem de topluma yansıyan düşünce ve amellerinde bir denge anlayışına sahip olacaktır. İnsan, elde ettiği malın mutlak tasarruf hakkını kendinde zannederek pervasız bir şekilde harcamaktan geri durmalı, Kur’an’ın çizdiği iktisadi çizgide hareket ederek yaşadığı toplumun ihtiyaçları için gereken harcamayı da yapmaktan kaçınmamalıdır.

Son tahlilde kâinatı bir denge içerisinde yaratan Allah imtihanın bir parçası olarak rızkı dilediğine bol verir, dilediğine ise kısar.  Zira “Mülk O’nun elindedir.”  Mümin bu bilinçle hareket eder, hayatını bu yönde sürdürürse asıl yaratılış gayesinin Allah’a kulluk olduğunun idrakiyle her daim orta yolu tutarak hem kedisine hem ailesine hem de topluma faydalı bir birey hâline gelir. İslam ilkesel olarak kazanılan mallarının yine meşru yollar ile harcanmasını öngörmüştür. Zira Allah (c.c.) insanın küstahlık derecesine varan benlik iddiasını, egoist bir yaklaşımla mal sevgisini  ve yığmasını  hem ferdî hem de toplumsal hayata zarar vermesinden dolayı hoş görmemiştir. Ancak Kur’an ve sünnet referanslı teşhis edilen bir yaşam ölçüyü tutturabilir. Sonuç olarak Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk ve düzensizlik olmadığı  gibi mümin de kendisine bahşedilen her türlü nimette israf ve cimrilik gibi aşırılıklardan uzak durmalı, hayatını Kur’an’ın işaret ettiği ölçülere ve fıtri gayeye endeksli bir profil çizerek itidalli bir yol tutmalıdır.

Eyyüp ZEYREK /




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —